2 Haziran 2015 Salı


29.05.2015

VİTRİN ÇOCUĞUNUN ÖLÜMÜNDEN SONRA

Ey hayat!
Bu kez izin veriyorum
O muhteşem ellerinle beni kavrayıp
Yukarı kaldırmana,
Işığa sunmana.
Çırpınarak
Sana karşı koymak yok artık.
Teslim oldum.
Seninim.

29.05.2015

VİTRİN ÇOCUĞUNUN ÖLÜMÜ - 2

Sözde zaferler ve mükemmel görünüşler uğruna
Sakındı kendini hayattan.
Dopdolu görünen hayatına karşın
İçinde dev bir boşluk.
Pırıltılı görünen bir hayat
ama içerisi ışıktan yoksun.
Büyük hedeflerinden bahsederken
adım atacak takati bulamaz içinde.
Çünkü hep en mükemmel başlangıç anını bekler.
Sakınır kendini dünyadan.
Hapseder kendini bir fanusa.
Güvenli bir fanusta yaşar durur.
Oysa paylaşmalıdır elindekileri
o dünyanın dışındakilerle.
Yoksa hep orada kalacaktır.
Sunmalıdır kendini hayata ki 
hayat da kendini ona sunabilsin
tüm güzellikleri ve tüm sürprizleriyle.
O planlar yapıp da ideal olanı yapmaya
 çalışırken, yanından geçip giden hayat
alıp tam da içine katsın onu.
Kaçırılmış olan her an bu kez tadılsın.
Yorumsuz, kuralsız ve savunmasız.
Bu kez gerçekten yaşansın hayat
doya doya.
Aralık 2011
VİTRİN ÇOCUĞUNUN ÖLÜMÜ

Ehlileştirilmişti. Herkes gibi. Herkes kadar mı? İşte bu sorunun cevabını hiç bilmiyordu. Bu o kadar da önemli değildi zaten.

Bunu ilk ne zaman fark ettiğini bilmiyordu. Nerede, ne zaman, hangi olaydan sonra? Bu detaylar da artık önemli değildi. Hayatını zorlaştıran hep o ince detaylar olmamış mıydı zaten? Hiç kimsenin görmediği, anlamadığı, ama onun kafasında haftalarca, aylarca yer işgal eden detaylar... Yaşamak istiyordu... Çünkü yaşamıyordu. Boğuluyordu. Sorgulamadan tek bir adım atamıyordu. Doyasıya istediği şeyleri dahi ardını arkasını düşünmeden gerçekleştiremiyordu. Çoğunlukla da enerjisi ve işlerin gidişatı tıkanıyordu. Kişileri ve olayları suçlamaktan gerçekten bıktığı bir gün, “Yeter” diye bağırdı, “Bıktım kendimden!”. Ne kadar çok enerjisi vardı, tıkanmıştı. Ne kadar çok söylenecek şarkısı vardı, söyleyemiyordu. Ne güzel danslar biliyordu, odasının dışındakilerden ölesiye korktuğu için bir sır gibi saklıyordu. Daha koşmadan, çok yorulmuştu. Çırılçıplak soyunup kendini dışarı atsa bile bir işe yaramayacaktı, derisinin üzerinde bir ya da birçok kattan oluşan o kılıf onu yeterince iyi giyimli ve topluma uygun gösterirdi.

Mükemmel bir vitrin çocuğuydu. Gurur duyulan, örnek gösterilen, gıpta edilen, şanslı... Çok dil bilirdi. Harika okullara gitmişti. Küçükken en güzel anaokulunda bale yapmış, hiçbir spor okulundan geri kalmamıştı. Dört dörtlüktü. Ortaokuldan itibaren örnek bir öğrenci olmuştu. Böylece ilkokuldaki çok büyük eksiğini de tamamlamış, vitrinin en önündeki yerini almıştı. Harikaydı o. Güzeldi de. Annesi gibi. Bir kopyasıydı onun güzellikte. Babası gibi becerikliydi ve çok zekiydi. Büyük zorluklar sonucunda da olsa harika bir üniversiteyi kazanmıştı ve yine harikaydı bu yüzden. Gurur duyuluyordu onunla. Bu gururu, üniversitenin birinci yılındaki yüksek ortalamasıyla da taçlandırınca harikalığı aştı, harikulade oldu.

Tüm bunların perde arkasında bir köşeye süpürülmüş yetenekleri ve arzuları vardı. Ama o kendini vitrinde olmaya öylesine alıştırmıştı ki, o cam tuzla buz olsa bedeni de öyle parça parça olur sanıyordu. Toplum, aile ne düşünürdü bir asi olursa, paramparça olurdu, sokaklarda sürünür, ayıplanırdı. Her şey çok basitken bu düşünce katmanları yüzünden her şey çok zor görünüyordu ona.

Bir gün, üniversite birin yazında bir gün, yıllar sonra piyanonun başına geçti, kalkamadı. Saatler geçti, fark etmedi. Yorulmadı hiç. Kuş gibi hafifti, yıllardır ilk defa. Tüm sorularına yanıtı bulmuştu sanki. Tüm bu huzursuzluğunun ve tatminsizliğinin nedenini bulmuştu galiba. Çocukluğundan beri sığınağı, en güzel evi olan müziği niye terk etmişti? Ne uğruna? En yakın arkadaşını bir yıl önce kaybetmişti, ama bu bile yetmemişti, en sevdiği şeyin peşinden gitmesi gerektiğini görmesi için. Göremezdi ve yetmezdi, çünkü olay bu kadar basit değildi. O hala bir vitrin çocuğuydu. En sevdiği alanı bulmuş olsa da, o kel alaka en iyi üniversitenin en iyi bölümünü bitirmesi, eğer en sevdiği alanı seçerse o alanda da en iyi olması, hep bir şeyler kanıtlaması gerekirdi. Kime ve neye kanıtlayacağı aslen bir muamma olsa da bu böyleydi.

Bu arada, güzel çocuklar sevdi. Gerçekten sevdi mi bilemedi. Kalbini açamadı çünkü. Güvenemedi. Hep kaybedeceği çok şeyi vardı. Her alanda. Neleri kaybedeceğini kendine açıkça sorsa belki gülüp geçecekti bu düşüncelerine. Ama sormak aklına gelmezdi. Bunun yerine nerelerde hata yapmış olabileceğini ciddi ciddi düşünürdü. Ciddi olmak da vitrinde olmanın asli niteliklerindendi.

Bir gün geldi, yine tuhaf bir şekilde her şey eksikti. Hayatta istediklerini gerçekleştirmek için en önemli fırsat olacağını düşündüğü okulu kazandığı yetmemiş gibi, erkenden mezun olmayı da becermişti. Okuldan mezun olduğu yaz, en sevdiği ülkeye tek başına seyahate gitmek gibi ailesinin dünyasına çok yabancı bir olayı da çok şey pahasına gerçekleştirmişti. Ama olmuyordu, huzuru bulamıyordu. En sevdiği işi yapmak için her şey önünde hazır duruyordu, ama yapamıyordu. Hiçbir şey yetmiyordu, hiçbir şeyden tatmin olmuyordu. Belirsiz bir istikbale gözlerini dikmiş, geriliyor da geriliyordu. O an bir şimşek çaktı, kaybedecek gerçekten neyi vardı? Zaten kaybetmiyor muydu? Yaşamadıkça, sorguladıkça, durağanlaştıkça kaybetmiyor muydu?


Üzerindeki o kalın kılıfın fermuarını buldu, ani bir hareketle açtı, üzerinden sıyırdı ve eski portmantoya astı. Portmantoya son, nostaljik bir bakış fırlattı, sonu görünmeyen yola doğru hafifçe tedirgin birkaç adım attıktan sonra sağlam bir şekilde durdu ve arkasına baktı, portmanto sanki hiç var olmamış gibi kaybolmuştu. Artık sadece önünde uzanan yol vardı. Hiçbir şey bilmiyordu, devam etme isteği dışında. Adımlarını sağlamlaştırdı ve kararlı bir şekilde yürümeye başladı. Bu yolda ilerledikçe öğrenmenin sonu olmadığını görecek ve gerçekten güzelliklerle ve sürprizlerle dolu bir hayatı kucaklayacaktı.

31 Mayıs 2015 Pazar


14.06.2013, 06:40



Hepimiz en doğru saydık kendimizi...
Bildiğimizi sandık her şeyi...
Dinlemedik birbirimizi.
Hep konuştuk,
Yalnızca haklı olmak için.
Oysa herkes kendince haklı...
Kazanan yok
Bu haklılık yarışında.

Şimdi ilk kez bir umut var.
Kardeş olduğumuzu
Anlamak için bir umut.
Farklılıkların ardına gizlenen birliği
Görmek mümkün.
Artık mümkün.
Ayrışmak ve bölünmek
Bitti artık.
Korkulara teslim olmak
Bitti.

Bugün güzel bir gün.
Daha da güzel günler göreceğiz.





25 Şubat 2014 Salı



Düşünce sınırlarımı aşmakla meşgulken yazmaya başladım. 

Yazılarımın, şarkılarımda bahsettiklerimin içinden çıktıklarını, sonralarıysa şarkılarımla iç içe geçtiklerini fark ettiğimde bunları da şarkılarımla birlikte yayınlamaya karar verdim.

deryabaser.blogspot.com'u yayına açma fikri de böyle doğdu.